Translate

31 Aralık 2010 Cuma

MUTLU YILLAR


HOŞ GELDİN 2011

Sağlıklı, huzurlu ve mutlu seneler herkese ..

20 Aralık 2010 Pazartesi

MEVLANA'DAN ÖZDEYİŞLER

Mevlevilik (Mevleviyye, Osmanlıca: مولويه) büyük ve ünlü sufi tarikatlarından biri. Adını kurucusu Sultan Veled'in babası ve tarikatın ilkelerini oluşturan Mevlana Celaleddin Rumi'den (Mevlana) alır.


Konu başlıkları


• 1 Tarih

• 2 Ritüeller

• 3 Felsefe

• 4 Galeri


Tarih

Mevlana bir tarikat kurmamış olsa da bunun temellerini attı. Dostlarıyla birlikte sohbet toplantıları düzenler, bu toplantılarda dini konuşmalar yapılır, müzik dinlenir , sema yapılır ve zikredilirdi. Zamanla Mevlana'nın fikirleri yayıldı ve toplantılarına katılmak isteyenlerin sayısı arttı. Bu kişilerin bazıları İran ve Arabistan gibi yabancı ülkelerden geliyorlardı. Mevlana, toplantılara düzen vermek için bazı kurallar koydu. Bu düzen, Mevlevilik tarikatı ritüellerinin kökenini oluşturacaktı.

Mevlana'nın oğlu Sultan Veled postnişin (şeyh) olduktan sonra bir tarikat merkezi (tekke) inşa edildi. Bu tekkede Kur'an ve Mesnevi okunuyor, sema yapılıyordu. Zamanla tarikat diğer illere, hatta komşu İslam ülkelerine de yayıldı. Böylece Mevlevilik en yaygın sufi tarikatlardan biri haline geldi. Mevlana'nın, yakınları ve dostlarının defnedilmiş olduğu Konya'daki Yeşilkubbe (Kubbei Hadre), tarikatın manevi merkezi halini aldı. Bugün de pek çok müslüman bu türbeyi ve yanındaki tekkeyi ziyaret etmektedir.

Mevleviliğin başlangıcında sema ayini, dervişlerin vecde gelmesiyle başlıyordu. Ulu Arif Çelebi zamanında semadan önce Kur'an ve gazeller okunmaya başladı. Sema ayini Mukabele denilen günümüzdeki şeklini 15.yy'da Pir Adil Çelebi zamanında aldı...



Ritüeller
Mevleviliğin gelişmiş bir adap ve kural sistemi vardır... Misal , ortak tabaktan yemek yeniyorsa kaşığın bir tarafı ile yemek alınır diğer tarafı ile yemek yenir.Kaşığın ağza değen kısmının yemeğe değmemesine özen gösterilir... Ayrıca alemdeki tüm varlıklar Allah'ın birer parçaları olduğu varsayılarak onlara değer verilirdi.Örneğin;kaşık öpülerek yemeğe başlanır,sırtlarına giydikleri yelekler öpülerek giyilirdi,... Mevlevilikte de diğer tarikatlarda olduğu gibi yün giyilir ve bu da maddi ve özellikle manevi fakirliğin bir gösteriliş şeklidir

Felsefe
Mevlânâ’nın tasavvufu, sırf mistik ve idealist bir tasavvuf olmayıp mahdut varlıktan, ferdiyetten ve ferdi ihtiraslardan tamamiyle sıyrılmak ve halka, topluluğa yayılmak sûretiyle tecelli eden ve sosyal hayatta hudutsuz bir sevgi, insanî bir görüş ve mutlak bir birlik halinde, moral sahadaysa herkesin kendisini, bir kâmile uymak suretiyle ıslâhı ve umumî olarak hayra, güzele ve iyiye doğru bir gidiş, insanî bir terbiye halinde tezahür eden ve böylece de realitede amelî karaktere sahip olan bir tasavvuftur.

Mevlana Celaleddin Hayatı,Eserleri,Felsefesi -Abdülbaki Gölpınarlı Sh.205

Mevlana'nın söylediği ve günümüze kadar insanlığa ışık tutan sözlerinden bazıları:



• Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi

ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

• Şu dünyada yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de, şeytandan dert satın alır.

. Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına ne mazaretin devası ne ilacın şifası deva getirmiş..

. Aşk altın değildir, saklanmaz. Aşıkın bütün sırları meydandadır..

. Yeşillerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıllardan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir..

• Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.

. Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide: Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki..

• Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç?

• İsa'nın eşeğinden şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.

• Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.

• Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır.

• Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir,helvadır.

• Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?

• Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.

• Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.

• Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner?

• Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar

• Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir.

• O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına bakarsan yolu yitirdin.

• Genişlik, sabırdan doğar.

• Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.

• Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur. Kıskançlık ateşten meydana gelir.

• Dünya tuzaktır. Yemi de istek. İstek tuzaklarından kaçının.

• Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.

• Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.

• Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi. Sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler.

• Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder.

• Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.

• Oruç tutmak güçtür, çetindir ama Allah'ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir.

• Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder. Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir. Arslanın, sabredip pislik içinde beklemesi, onu deve yavrusu ile doyurur.

• Zahidin kıblesi, lütuf, kerem sahibi Allah'tır. Tamahkarın kıblesi ise altın torbası.

. Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur..

• Sarhoş, cinayeti yapar da sonra "özrüm vardı, kendimde değildim"der. Kendinde olmayış,kendiliğinden gelmedi sana,onu sen çağırdın.

• İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır.

• Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. Suyu başına döksen, başı kırılmaz. Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.

• Yoldaki bir tepecik seni bunaltmış,oysa önünde yüzlerce dağ var

• Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.

• Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak,başka yere koymak.

• Hiçbir kafire hor gözle bakmayın. Müslüman olarak ölmesi umulur çünkü.

• Şu deredeki su,kaç kere değişti,yıldızların akisleri hep yerinde.

• Yol kesenler olmadıkça ,lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça,sabırlılar ,gerçek erler,yoksulları doyuranlar nasıl belirir,anlaşılır?

• Oyun ,görünüşte akla uymaz ama çocuk oyunla akıllanır.

• Anlayış,edep şehirlilerdedir. Ziyafet,garip konaklamak da köylülerde.

• Resimler ister haberleri olsun,ister olmasın,hepsi de ressamın elindedir,o elden çıkar.

• Alışsan güvercin sallanan kamıştan kaçar mı hiç?O kamıştan göklere uçan yere alışmamış olan güvercin ürker,kaçar.

• Mal, sadakalar vermekle hiç eksilmez. Hayırlarda bulunmak,malı yitmekten korur.

• Çalınmış kumaş,devamlı kalmaz insanda. Hırsızı da darağacına götürür.

• Ağlayışın,feryat edişin bir sesi,sureti vardır. Zararınsa sureti yoktur. Zararda insan elini dişler ama zararın eli yoktur.

• Her korkuda binlerce eminlik vardır,göz karasında onca aydınlık mevcut.

• Verdiğini geri alan kişi, ***** gibi kusmuğunu yemiş olur.

• Şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir ki. Ağzını,şarabı verene aç.

• Ekme günü gizlemek toprağa tohumu saçmak günüdür. Devşirme günüyse tohumun bittiği gündür,karşılığını bulma günüdür.

• Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.

• Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?

• Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?

• Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler

• Çayırlıktan, çimenlikten esip gelen yel, külhandan gelen yelden ayırt edilir.

• Dünya malı, bedene tapanlara helaldir.

• Gerçek kokusuyla, ahmağı kandıran yalan sözün kokusu, miskle sarımsak kokusu gibi, söz söyleyenin soluğundan anlaşılır.

• Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.

• Ahlaksızların bağırışıyla, yürekli yiğitlerin naraları, tilkiyle arslanın sesi gibi meydandadır.

• Kötü nefis, yırtıcı kuştur.

• Hırsın yemdir, cehennemse tuzak.

• Doğan, avdan av getirir, fakat kendi kanadıyla uçar da avlanır. Padişah da bu yüzden onu keklikle, çil kuşuyla besler.

• Dil, tencerenin kapağına benzer. Kıpırdadı da kokusu duyuldu mu ne pişiyor anlarsın.

• Yemekle dolu karın, şeytanın pazarıdır.

• Sözle anlatılan şey, yalan bile olsa, kokusu, gerçek olduğunu da haber verir, yalan olduğunu da.

• Canım bedenimde oldukça, kulum, köleyim, seçilmiş Muhammet'in yolunun toprağıyım. Birisi sözlerimden bundan başka söz naklederse, o kişiden de bezmişim ben, o sözden de.

• Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.

• Mumundur karanlık veren sana. Anlatırdım bunu ama, gönlünün beli kırılıverir. Gönül şişesini kırarsan artık, yaşamak fayda vermez.

• Rüşvet alan para pul padişahı değiliz. Paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız biz.

• Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.

• İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir. Görememek ayıbı, göstermemek kusuru, uğursuz nefsin parmağına ait işte.

• İnsan, gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak dostu görene denir.

• A kardeş, keskin kılıcın üzerine atılmadasın, tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme.

• Bir gömlek derdine düşeceksin ama belki o gömlek kefen olacaktır sana.

• Dün geçti gitti. Dün gibi, dünün sözü de geçti. Bugün yepyeni bir söz söylemek gerek.

• Saman çöpü gibi her yelden titrersin. Dağ bile olsan, bir saman çöpüne değmezsin.

• O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.

• Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra

• Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor, gama binlerce defa aferin.

• Nefsin, üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça, ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?

• Ağzını kapa ve altın dolu avucunu aç. Ceset cimriliğini bırak da cömertliği seç.

• İnanmışsan, tatlı bir hale gelmişsen, ölüm de inanmıştır, tatlılaşmıştır. Kafirsen, acılaşmışsan, ölüm de kafirleşir, acılaşır sana.

• Doğruluk, Musa'nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazların sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca, bütün eğrilikleri yutar.

• Bir kötülük yaptıktan sonra pişmanlık hissetmek Allah'ın inayet ve muhabbetine mazhar olmanın delilidir.

• Sıkıntı ve huzursuzluk mutlaka bir günahın cezası, huzur ise bir ibadetin karşılığıdır.

• Üzerinde pek çok meyveler bulunan bir dalı, meyvalar aşağı doğru çeker. Meyvasız bir dalın ucu ise, servi ağacı gibi havada olur.

• Topluluk bizim yanımıza geliyor. Susacak olsak, incinirler. Bir şey söyleyecek olsak, onlara göre söylemek lazım geldiğinden o zaman da biz inciniriz

• Ümit, güvenlik yolunun başıdır.

• Kuş seslerini öğrenen kimse, kuş olmadığı gibi aynı zamanda kuşların düşmanıdır.

19 Aralık 2010 Pazar

MEVLANA VE ŞEMS ÜZERİNE


Mevlânâ,Şems ile Konya'da buluştuğu zaman tamamıyle kemale ermiş bir şahsiyetti.

Şems, Mevlanâ'ya ayna oldu. Mevlânâ,Şems'in aynasında gördüğü kendi eşssiz güzelline hayran oldu. Diğer bir ifadeyle Mevlânâ,gönlündeki Allah aşkını Şems'te yaşattı. Mevlânâ'nın Şems'e olan sevgisi,Allah'a olan aşkının ölçüsüdür.


Çünkü Mevlânâ,Şems'te Allah cemalinin parlak tecellilerini görüyordu.Mevl'anâ açılmak üzere olan bir güldü. Şems ona bir nesim oldu. Mevlânâ bir aşk şarabı idi,Şems ona kadeh oldu. Mevlânâ zaten büyüktü,Şems onda bir gidiş,bir neşve değişikliği yaptı.Mevlânâ ile Şems üzerine söz tükenmez.

Son söz olarak şöyle söyleyelim,Şems Mevlânâ'yı ateşledi,ama karşısında öyle bir volkan tutuştu ki,alevleri içinde kendi de yandı.



ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ'NİN KONYA'DAN AYRILIŞI

Şems ile buluşan Mevlânâ,artık vartini Şems'in sohpetlerine hasretmiş,Şems'in nurlarına gömülüp gitmiş,artık bambaşka bir aleme girmişti.Şems'in cazibesinden yana yana dönüyor,ilahi aşkla kendinden geçercesine Sema ediyordu.Bu iki dostun sohpetlerindeki mukaddes sırrı idraktan aciz olanlar,ileri geri konuşmaya başladılar.Neticede Şems,incindi ve Mevlânâ'nın yalvarmalarına rağmen Konya'dan Şam'a gitti.(14 Mart 1246 Perşembe)



HAZRETİ ŞEMS'İN KONYA'YA DÖNÜŞÜ


Şems'in ayrılığından derin bir ızdıraba düşen Mevlânâ,manzum olarak yazdığı güzel bir mektubu,Sultan Veled'in başkanlığını yaptığı bir kafileyle Şam'a,Şems'e gönderdi.Sultan Veled kafilesiyle Şam'a vardı,Şems'i buldu ve babasının davet mektubunu,hediyelerle birlikte saygıyla Şems'e sundu.Şems,''Muhammedi tavırlı ve ahlaklı Mevlânâ'nın arzusu kafidir.Onun sözünden ve işaretinden nasıl çıkabilir''diyerek,Mevlânâ'nın davetine icabet etti ve 1247'de Sultan Veled'in kafilesiyle,Konya'ya döndü.


HAZRETİ ŞEMS'İN KAYBOLUŞU



Şems'in Konya'ya gelişine herkez sevindi.Mevlânâ'da hasretin sıkıntılarından kurtuldu.Artık Şemsin şerefine ziyafetler verildi,sema meclisleri tertip edildi.Fakat huzurla,muhabbetle,dostluk içinde süren günler pek fazla sürmedi,dedikodular ve can sıkısı durumlar yeniden başladı.Şems, o dedikoducu topluluğun yine kinle dolduğunu,gönüllerinden sevginin uçup gittiğini,akıllarının nefislerine esir olduğunu anladı ve kendisini ortadan kaldırmaya çaşıltıklarını bildi,Sultan Veled'e dedi ki:Gördün ya azgınlıkta yine birleştiler.Doğru yolu göstermekte,bilginlikte eşi olmayan Mevlânâ'nın huzurundan beni ayırmak,uzaklaştırmak,sonra da sevinmek istiyorlar.Bu sefer öylesine gideceğim ki hiç kimse benim nerede olduğumu bilmeyecek.Aramaktan herkes acze düşecek,kimse benden bir nişan bile bulamayacak.Böylece bir çok yıllar geçecek de kimse benim izimi tozumu göremeyecek.''İşte Sultan Veled'e böyle yakınan Şems,1247-1248 tarihinde Konya'dan aniden gidip kayboldu.Şems'in kaybolmasından sonra Mevlânâ herkesden onun haberini soruyordu.kim onun hakkında aslı esası olamayan bir haber bile verse ve Şems'i falan yerde gördüm dese bir müjde için sarığını ve hırkasını vererek şükranelerde bulunuyordu.Bir gün bir adam,Şems'i Şam'da gördüm diye bir haber verdi.Mevlânâ buna tarif edilemeyecek şekilde sevindi ve o adama üstünde nesi varsa bağışladı.Dostlarından birisi,bu haber yalandır,o Şems'i görmemiştir dediğinde Mevlânâ şu cevabı vermiştir.''Evet onun verdiği bu yalan haber üzerine üzerimde ne varsa verdim.Eğer,doğru haber verseydi,canımı bile verirdim.''



HAZRET-İ MEVLANA'NIN ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİNİ ARAMAK İÇİN ŞAM'A GİDİŞİ



Mevlana,Şems'i çok aradı,onun ayrılığı gönülleri yakan,sızlatan nice şiirler söyledi.Onu aramak için iki kere Şam'a gitti.Yine Şems'i bulamadı.Bu iki son seyehatin tarihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte,büyük bir ihtimalle 1248-1250 yılları arasında olduğu söylenebilir.Sultan Veled'in ifadesiyle Mevlana,Şam'da Tebrizli Şems'i bulamadı ama,mana yönünden onu,kendisinde buldu.Ay gibi kendi varlığında beliren Şems'i,kendi gördü ve dediki:''Beden bakımından ondan ayrıyım ama,bedensiz ve cansız her ikimizde bir nuruz.Ey arayan kişi!İster onu gör,ister beni.O'yum O'da ben.''

 Mesneviden Seçmeler isimli kitabından alıntıdır.


Allah dostu bu iki büyük zat, ayrı düşmüşlerdi... Hazreti Mevlana'nın Çıkan dedikodularla Konya'dan ayrılan


Hz. Şems'e yazdığı şiir


Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi

Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun ,etme



Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize

O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme



Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle

Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun ,etme



Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı

Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme



İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil

aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun ,etme


Mevlana Celaleddin Rumi



ŞEMS'İN SIRRI

Bir gece sohbet ederlerken kapı vurulmuş, dışarıdan kalabalık bir güruh;


”Şeeeems dışarı çıkkk!” diye bağırmıştı.

Mevlana yaklaşan acı kaderi sezmişçesine:

”Çıkma” diye yalvardı.

Zat boyutundan, Hikmetten öte Kudretten bakan Şems gülümsedi:

”Telaşlanma, verdiğimiz sözü tutma vakti gelmiştir” diyerek kapıya yöneldi.

Mevlana: “Ne sözü, nereye, niye?” diye yapıştı ellerine…

Şems, yıllardır sakladığı sırrı söyledi:

“Şam’da Rabbime yalvarmış, aşkımı seyredeceğim bir ayna istemiştim. Rabbim seni verdi, sende seyrettim…”

İyi işte, seyre devam edelim, dedi Mevlana.

Şems; ”Rabbim de bana demişti ki, o aynayı verirsem ne bağışlarsın?

Tereddütsüz şöyle demiştim; Başımı veririm!…”

Şems dışarı çıktı. Sadece bir “ALLAH” nidası duyuldu.

Ay ışığında yerde üç beş damla kan seçiliyor, ama ne baş, ne ceset, ne de katiller gözükmüyordu!…

Aşkları sır olmuştu.

Mevlana’yı sahiplenenler, Onu paylaşmak istemeyenler şehit etmişti Şems’i.

Aşkın doğasıydı en yakın çevrenin tahammülsüzlüğü!…


Aşkın doğasıydı Firkat!..

18 Aralık 2010 Cumartesi

MEVLANA NE DEMEKTİR?



Mevlana sözcüğünün anlamı


Kelimenin herkes tarafından algılanan karşılığı


Celâleddin-i Rûmî Hazretlerinin isminin başına

getirilmesi geleneği ile bu büyük yol göstericiyi

hatırlatmasıdır.Böyle olmakla birlikteMevlâna“

kelimesinin anlamı ; Arapça “efendimiz” demektir.

Bu kelimeyi açacak olursak ;”Mevlâna”

kelimesinin karşılığı “efendi”,”sahib” anlamında

olup ,Arapça'daki (nâ) zamiri , yani “bizim”

manasına gelen kelime eklenerek

“Bizim Efendimiz” veya kısaca “Efendimiz”

manasına ulaşılır.

Hz. Mevlananın Çok Özel Duası


Ya Rabbbi bizim halimize bakarak bize muamele etme.

Kendi ikram ve ihsanina gore bize muamele eyle.

Ya Rabbi kerem ve lutfunla hidayet ettigin kalbi tekrar, delalete sapikliga meylettirme.

Belalari bizden sarf eyle cevir ve degistir.

Ey affi cok olan affi bol olan Rabbim.

Gunahlarimiz dolayisiyla bizden intikam alma. Bize azap atma.

Ya Rabbi nefsimizle seytana kopek gibi tabii olduysak da, sen azap aslanlanini bize saldirtma.

Ey Hayy ebedi diri olan Rabbim talep ve dua uzerine nasil olurda kerem etmezsin?

Sen Kerem sahibisin. Ey mahlukatin, yaratilmislarin canlilarin ihtiyacini gideren Rabbim sen varken hic bir kimseyi hatirlamak ve ondan birsey ummak layik degildir.

Ya Rabbi ruhumda bir ilim katresi var ILAHI onu heva ruzgariyla ten topragindan muhafaza eyle.

Ey ihsani cok olan Rabbim cefa icinde gecip giden omre merhamet et.

Ey affetmeyi seven Rabbim! BIZI AFFEYLE. Isyan derdimize care lutfeyle.

Ey yardim isteyenlerin yardimcisi!

Bizi hidayete cikar.Ya Rabbi dua ve yakarislarimizda sana layik olmayan sozleri bilmeyerek soyleyip hatalarda bulunmussak o kelimeleri Sen islah et ve duamizi kabul buyur. Cunku sozlerin hakimi ve sultani ancak Sensin.

Ey alemin yaraticisi! Kasvetli kararmis katilasmis adeta tas gibi olmus kalbimizi mum gibi yumusat.

Feryadimizi ahu vahimizi hos eyle ki rahmetini celb etsin.

Bizi kole gibi kullanan bu serkesen nefisten bizi satin al.

O nefis bicagi kemige dayandi, zulmu canimiza yetti.



YA RABBI SANA NE ARZ EDEYIM SEN GIZLI VE ACIK HERSEYI BILENSIN!!

MEVLANA'DAN ŞİİRLER

Sevgide güneş gibi ol

Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol

Hataları örtmede gece gibi ol

Tevazuda toprak gibi ol

Öfkede ölü gibi ol

Her ne olursan ol

YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN

YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL

17 Aralık 2010 Cuma

AYAKSIZ YÜRÜMEK KANATSIZ UÇMAK

AYAKSIZ YÜRÜMEK KANATSIZ UÇMAK




Bir gece Şems, Mevlana’yı ararken onu bir havuzun kenarında, derin düşünceler içinde otururken bulmuş. “Ne yapıyorsun?” diye sormuş. Mevlana: “Suyun üzerine yansıyan yıldızları seyrediyorum,” cevabını vermiş. Şems bir an durmuş, sonra da gülerek söyle demiş: “O zaman niye başını kaldırıp, göğe bakmıyorsun?”

Gerçekle yüz yüze geldiğimiz zaman, onu kabul edebilecek kadar cesur, taşıyabilecek kadar güçlü müyüz? Aslında bilgi, beraberinde çok büyük bir sorumluluk getiriyor. Yaşamlarına bilerek bilmeyerek dokunduğumuz her insan bizden bir parça taşıyor. Bu da bencilce değil, bilgece yaşamayı gerektiriyor.

Bilgeler, kaderi boynu bükük bir tevekülle karşılamadıkları gibi, o çocuksu heyecanlarını detaylara takılarak yitirmezler. Onlar, maskelerin gerisindeki gerçek kimlikleri sezinlerken, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını; ilâhi elin hatasız çizdiği resimdeki paradoksların ne anlama geldiğini bilir, ona göre hareket ederler. Zerafetle, sevinçle ve zevkle…

İşte, Tebriz’in eşsiz Güneşi Sems’in, ‘Ayaksız yürü, kanatsız uç’ vecizesinde gizlenen mana bu. Zira gerçegi zihinle değil, aşk’ın her dokunuşuyla, bir çiçek gibi açılan kalbin aklıyla çözmek mümkün. Bir açmaza düştüğünüzde, yeise kapılmadan, kendinizi tüm düşüncelerden, geçmiş, gelecek gailesinden soyutlayarak yüzünüzü göğe kaldırın. Siz, o engin sonsuzluğa ait bir parçasınız. Yıldızlar ölecek, ama ruhunuz yaşayacak. Bırakın, geleceğe gelecek karar versin

Şeb-i Arus

Şeb-i Arus 'un sözlük anlamı düğün gecesi demektir. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi kendi ölümüne rabbine duyduğu aşktan dolayı sevgiliye kavuşma yani düğün gecesi demiştir.



Nitekim bir gazelinde;



Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma...

Benim için ağlama, yazık, vah vah deme;

Şeytanın tuzağına düşersen, o zaman eyvah demenin sırasıdır,

Cenâzemi gördüğün zaman firâk, ayrılık deme,

Benim kavuşmam, buluşmam işte o zamandır,

Beni toprağa verdikleri zaman, elvedâ elvedâ demeye kalkışma,

Mezar, cennet topluluğunun perdesidir.

Batmayı gördün değil mi? Doğmayı da seyret, güneşle aya gurûbdan hiç ziyân gelir mi?

Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun?

Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı? Can Yusuf’u ne diye kuyuda feryad etsin?

Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç.

Zîrâ senin Hayy u Hû’yun, mekânsızlık âleminin fezâsındadır













Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin ölüm yıl dönünlerinde 17 Aralık tarihlerine denk gelen haftalarda yapılan ve "Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri" olarak isimlendirilmeye başlanılan törenler, halk arasında Şeb-i Arus Şenlikleri olarak da anılmaktadır.





"Hakka kavuştuğum gün tabutum yürüyünce şu dünyanın dertleri ile dertleniyorum sanma. Bana ağlama yazık yazık deme. Cenazemi görünce ayrılık ayrılık diye feryat etme. Bedenimi toprağa verirken elveda elveda diye ağlama. Gün batımını gördün ya, gün doğumunu da seyret. Hangi tohum yere atıldı da çıkmadı. insan tohumu için neden yanlış bir zanna düşüyorsun?"

Demedim mi?

DEMEDİM Mİ?





Oraya gitme demedim mi sana,seni yalnız ben tanırım demedim mi?

Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben'im?


Bir gün kızsan bana,alsan başını,yüz bin yıllık yere gitsen,

dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi?


Demedim mi şu görünene razı olma,demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben'im asıl,

onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi?


Ben bir denizim demedim mi sana?Sen bir balıksın demedim mi?

Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,senin duru denizin ben'im demedim mi?


Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im,senin kolun kanadın ben'im demedim mi?


Demedim mi yolunu vururlar senin,demedim mi soğuturlar seni.Oysa senin ateşin ben'im,sıcaklığın ben'im demedim mi?


Türlü şeyler derler sana demedim mi?Kötü huylar edinirsin demedim mi?Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?Yani beni kaybedersin demedim mi?

Söyle, bunları sana hep demedim mi?


~Mevlana~

15 Aralık 2010 Çarşamba

Bloğum Bir Yaşında


Not Defterimden blogu bugün ilk yaşını kutluyor.  Blogu açtığım ilk günden bu güne daha da çoğalarak beni takip edip ve desteklerini esirgemeyen değerli tüm arkadaşlarıma teşekkür ederim.

Yelpazesu...



14 Aralık 2010 Salı

YAŞAMAK İÇİN ZAMAN KALMIYOR



Ölüm değil beni korkutan !

Boş bir yaşamın ardından varacağım

Yer olması sıkıyor canımı.

Nedir ki ? Kırk yıllar,elli yıllar,çok değil !..

Yedi yaşında başlarsın okumaya,sayma ondan öncesini...

Sonra yıllar yılı gider gelirsin,kara tahtalı değirmene,

Zamanı öğütmek için...


Yirmi iki civarı alırken diplomanı,tüketmiştir

üçte birlik zamanını.

Diploma yetmez !!

İyi bir iş bul gel hele bakalım !

Askerliğini de yap birde,sonra evlen bakalım...

İşte bir on yıl daha uçuyor ansızın.

Yaş oluyor otuz beş !!!

Gerçekten yarısı mıdır yolun ?!

Belki de yarısından da yakın,geriye bakma sakın !


'Hele bir borçlarımızı ödeyelim,sonra daha iyi yaşarız,

şimdilik biraz sabır'' diyor karım Nazife ! ''

''Hele bir başımızı sokacak yuva olsun da,

gerisi kolay'' diyor.

Eee..Bu da doğru hani...


İşte böyle yitiyor hep on seneler,eriyor buzlar misali.

Karım,çocuklarım,tek tük arkadaşlarım...

Ve TV'deki haber spikeri !

Bu kadar çevremdekiler.

Bunlara bakıyor yıllardır gözlerim...


Ellinci yaş günümü kimse fark edemiyor bile...

Ufaklığın diploma töreni var.

Ne biçim alış veriş bu ?

Anlayamadım gitti !

Yapmak istediğim bir çok şey,özlem kapısında yitti...

Hırs ile mutfağa,ne varsa atıştırmak için,

sıcacık bir el tutuyor elimi,''perhiz yapmalısın artık!''

diyor karım Nafize...

Eee..Doğru da söylüyor hani.

Kalan on yılımın bir kaç yılı hastalıkla geçiyor.

Gerisi de torunların peşinde...


Eee,''ulan hani yaşayacaktık !!'' diye bağrıyorum.

''Sakin ol ! Tansiyonun yükselecek'' diyor karım Nazife...

Eee..Doğru da söylüyor hani.


Nedir yaşamın kısır döngüsü anlayamadım gitti.

''İyi yaşadık,hoş yaşadık'' diyor karım Nazife.

''Patronların da pek severdi,çok da çalışırdın hani.

Bak her şeyimiz var,büyüdü sayılır çocuklar da,

daralacak ne derdin var?...Haydi neşelen artık...''

Eee..Doğru da söylüyor hani.

Bir eş,birkaç çocuk,bir ev ve araba,

İşte yaşamın bilançosu...


Hayır,hayır ! Korkuyorum ölümden !!

Boşa geçen bir yaşamın ardından nasıl gidilir oraya ?!

Özgürce çizmeliydim yaşamımı zorda olsa,

Özgürce ulaşmalıydım sona.


Ter basıyor,fırlıyorum yataktan.

''Dönüp durma'' diyor karım Nazife,

yarı uykulu ''Sıkıca örtün de uyu.''


Tüketmek için bunca acele ettiğimiz takvim yapraklarına..

Onca hızla çevirdiğimiz akreplere,yelkovanlara...

Şöyle bir uzaktan baktığınızda,ne hissediyorsunuz ?

''Ne kadarı benim hayatım diye'' soruyor musunuz ?

Ne kadarını başkaları yaşamış benim yerime..

Ya da ben başkalarının ?

''Aynadakinin ne kadarı benim,ne kadarı oynadıklarım ?..''


Sevgiyi koyalım,kum saatinin dolu dizgin akıp giden

kumlarının her bir zerresine.

Çünkü bir tek sevgi var elimizde ;

bunca yıldan damıtılıp gelen...

Yine bir tek o kalacak,yaşanacak yıllardan geriye...

Ötesi yalan...

13 Aralık 2010 Pazartesi

LOR PEYNİRLİ SALATALIK DİLİMLERİ











Malzemeler:

 2 adet büyük boy salatalık

 250 gr. lor peyniri

 5-6 dal dereotu

Hazırlanışı

 Salatalık ve dereotu iyice yıkanıp suyu süzdürülür. Dereotu ince ince kıyılarak peynirle karıştırılır. Salatalıklar ortalarından ikiye kesilerek kabak oyma aparatı ile oyulur. İçleri lor karışımı ile doldurulur. Verev olarak kesilerek tabakta servis edilir.Afiyet olsun.

12 Aralık 2010 Pazar

10 Aralık 2010 Cuma

AŞURE









Malzemeler:

2 su bardağı aşurelik buğday

1 su bardağı nohut

3-3.5  su bardağı tozşeker

1 su bardağı kuru fasulye

15 su bardağı su

Yarım çay  bardağı pirinç

Yarım su bardağı kuru üzüm

Yarım su bardağı küp doğranmış kayısı

7-8 adet doğranmış kuru incir

1 portakal kabuğu rendesi



Süsleme için:

1 su bardağı kuş üzümü

Çekilmiş ceviz içi, Antep fıstığı

Tarçın, nar taneleri


Hazırlanışı:

* Buğday, fasulye, nohut ve üzümü yıkayıp ayrı kaplarda bir gece önceden ıslatın. Ertesi gün buğdayı süzüp  düdüklü tencereye alın. Yeteri kadar su  ekleyip30 dakika kaynatın. Fasulye ve nohutu süzüp ayrı kaplarda haşlayın.
*Haşlanan buğdayları geniş bir kaba alıp üzerine pirinci yıkayıp süzün ve
 buğdaya ilave edin. Pirinç taneleri iyice yumuşayıncaya kadar kısık ateşte arasıra karıştırarak pişirin.
* Buğdayın suyu un çorbası kıvamına gelmek üzereyken tozşeker, nohut ve kuru fasulyeyi ekleyin. Portakalın kabuğunu ince ince rendeleyip karışıma ekleyin. Kuru üzüm ve kuru kayısıyı  ayrı ayrı kaplarda birer taşım kaynatıp süzüp tencereye ilave edip karıştırın. Birkaç taşım kaynattıktan sonra ateşten alın.
* Aşure piştikten sonra doğranmış ve haşlanmış inciri ekleyip karıştırın. Sıcakken kaselere boşaltın. Soğuyunca üzerini ceviz içi, Antep fıstığı, kuş üzümü, tarçın ve nar taneleri ile süsleyerek servis yapın. İsteğe bağlı olarak gülsuyu da serpebilirsiniz.

8 Aralık 2010 Çarşamba

MAHLUTA ÇORBASI

 
 

Çok hoş bir çorba ,mahluta mercimek demek,yani bu bir mercimek çorbası ama,bu çorbanın en önemli özelliği kimyonunu bol olması,şimdi kısaca bahsedeyim .

MALZEMELER

Yarımbaş soğan


Bir adet orta boy rendelenmiş havuç

1 çorba kaşığı sıvı yağ

1 Çorba kaşığı pirinç

1 Çorba kaşığı bulgur

1ajda bardağı kırmızı mercimek

1çaykaşığı pul biber,1çay kaşığı nane,kimyon

2 çorba kaşığı yoğurt,1 çay kaşığı tuz

1 çorba kaşığı un,1 çorba kaşığı nar ekşisi

1 adet yumurta sarısı

1 çorba kaşığı domates salçası

1 su bardağı soğuk su

4 su bardağı sıcak su

HAZIRLANIŞI

Soğanı piyazlık doğrayın. Bir tencerede 1 çorba kaşığı yağla pembeleşinceye kadar kavurun. Mercimeği bir süzgeç yardımıyla soğuk suda yıkayın, pembeleşen soğanın üzerine ekleyerek kavurma işlemine devam edin. Mercimek 5 dakika süre kavrulurken ayrı bir kapta yoğurdu 1 yumurtanın sarısını,1 çorba kaşığı unu karıştırarak ve üzerine 1 su bardağı soğuk su ekleyerek iyice çırpın. Çırpma işlemini mikserde yaparsanız daha çabuk ve pütürsüz olur. Pişmiş olan mercimeklere havucu ekleyin ve kavurma işlemine kısa süre devam edin. Salçayı ekleyip bir süre daha karıştırarak üzerine naneyi ekleyin. Ayrı bir yerde 4 su bardağı suyu kaynatarak tencereye ekleyin ve karıştırmaya devam edin. Elde ettiğiniz karışım kaynamaya başladıktan sonra pirinç ve bulguru ekleyerek 1 dakika kaynatın. Ayrı bir kapta hazırladığınız terbiyeyi(yumurta, un ve yoğurttan oluşan) bir süzgeç yardımıyla tencereye ekleyerek 3 dakika kaynamasını sağlayın. Pişen çorbanın üzerine dilerseniz ayrı bir kapta hazırlayacağınız tuz (dileğinize göre)nar ekşisi,kimyon, karabiber ve pul biberden oluşan sosu ekleyerek çorbanızı servis yapabilirsiniz.Afiyet olsun






2 Aralık 2010 Perşembe

Mum Yapımı

 Gerçi şimdi elektrikler kesilince otomatik olarak devreye giren lambalar, hatta jeneratörler var ama mum hayatımız boyunca evimizin demirbaşı olmuştur. Onu o kadar hayatımızın olağan bir parçası olarak algılamışızdır ki, fitiline bir kibrit çaktığımızda onun nasıl yandığını, yandıkça katı kısmının nereye gittiğini düşünmeyiz bile.




Tarihi çok eskiye uzanan mum ışığının adeta büyülü bir gücü vardır. İnsanda romantik duygular uyandırdığı gibi, tüm dinlerde ruhani bir yeri de vardır. Ayin ve adakların vazgeçilmez malzemesidir. Mum tarihin ilk icatlarından biridir. Mısır'da ve Girit adasında milattan 3000 yıl önceden kalma mumlar bulunmuştur ama en yaygın kullanışı ortaçağda Avrupa'da olmuştur. Tarihi bu kadar eski olup da günümüzde de popülaritesini yitirmeyen ve çok yaygın olarak kullanılan başka hiçbir şey yoktur.



Aslında mumun yapısı çok basittir ama yanma mekanizması o kadar basit değildir. Mumun yapısında iki ana eleman vardır. Birincisi yakıt görevini gören, bir çeşit balmumu, ikincisi de emici özelliği olan bir çeşit sicim, yani fitil. Fitilin emici özelliği çok önemlidir. Çünkü mumun yanma sırrı burada gizlidir. Bu özellik gaz lambalarının fitillerinde de vardır ve onlar da aynı prensiple çalışırlar.



Elinize herhangi bir sicim alıp ucundan su dolu bir kaba daldırdığınızda suyun sicim tarafından emildiğini ve suyun sicim boyunca yukarı çıktığını renginin koyulaşmasından anlayabilirsiniz. İşte fitil de mumun üst kısmında alevden dolayı eriyen balmumunu emerek üst kısmına taşır ve bu bölgede yanmanın devamını sağlar, yani burada asıl yanan ve ışığı veren fitil değil balmumunun kendisidir.



Parafin balmumları ham petrolden yapılır, yani koyu bir hidrokarbon olup iyi bir yanıcıdırlar. Çakmağı çakıp fitili tutuşturunca, mumun en üst tabakasının da erimesine ve dolayısıyla mekanizmanın çalışmaya başlamasına sebep olursunuz. Fitil, bu erimiş balmumunu yukarı aleve doğru taşır, balmumu alevin sıcaklığında buharlaşır ve tutuşur. Yanan şey aslında mumun katı kısmı olduğundan mum tümüyle yanıp bittiğinde geriye pek bir şey kalmaz.



Mum yapmada en çok arı balmumu, benzin üretiminde petrolden çıkan bir yan ürün olan parafin veya bitkisel ve hayvansal yağlardan yapılan 'stearin' kullanılır. Günümüzde en fazla kullanılan mumlar bunların karışımı ile elde ediliyor. Mumlar çekme yöntemi ile, dökülerek veya pres edilerek yapılıyor. Her şey tamamlandıktan sonra boya banyolarına sokulurlar ve en sonunda da parlaklık kazandırmak için soğuk suya daldırılırlar.

Alıntıdır.
Görseller netten.

1 Aralık 2010 Çarşamba

EKŞİLİ KÖFTE







Malzemeler,

250 gr  kıyma

½ çay bardağı pirinç

1 ufak soğan

1 yumurtanın akı

 su

Tuz

Karabiber

1 tatlı kaşığı tereyağı

1 kahve kaşığı pul biber

1 ufak patates

1 havuç

Terbiyesi için,

1 çorba kaşığı un

1 yumurta sarısı

1 limon suyu

2 çorba kaşığı su

Hazırlanışı,


 Suyu derin bir tencereye alıp ,içine önce soyulup irice dilimlenmiş havuçları,daha sonra da patatesleri ve ufak tereyağını atıp kaynamaya bırakın.
Kıymanın içine ince kıyılmış soğanı ,yumurta akını, yıkanmış pirinci, tuz ve karabiberi ekleyip iyice yoğurun.

Köfte harcından fındık  büyüklüğünde parçalar koparıp yuvarlak köfteler hazırlayın. Tepsiye un serperek köfteleri üzerinde yuvarlayın.

Kaynamış  suya hazırladığınız köfteleri atıp ve kısık ateşte 20 dakika daha pişirin.






Terbiyesini hazırlamak için bir kaseye; un, yumurta, limon suyu ve su, yarım kepçe köfte tenceresinden

aldığınız et suyunu ekleyin.

Kasenin içindeki malzemeleri iyice çırpın.

Kaynamakta olan köftelere hazırladığınız terbiye sosunu yavaş yavaş ekleyerek karıştırın.

Kısık ateşte 5 dakika daha pişirdikten sonra servis tabağına köfte ve suyundan alın.

Arzu ederseniz tereyağını tavada kızdırın ve pul biberi ekleyip hemen ocağı kapatın.

Servis tabağına aldığınız köftelerin üzerine tereyağlı kırmızı biberi gezdirip, servis yapın.Afiyet olsun.

29 Kasım 2010 Pazartesi

KIRLANGIÇIN HİKAYESİ

Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş. Pencerenin önüne konmuş, bütün cesaretini toplamış, röfleli tüylerini kabartmış, güzel durduğuna ikna olduktan sonra, küçük sevimli gagasıyla cama vurmuş. Tık..... Tık......Tık..



Adam cama bakmış.Ama içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş.. Meşgulmüş! Kimmiş onu işinden alıkoyan? Minik bir kırlangıç!



Heyecanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak, deriiin bir nefes almış şirin gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış. Hey adam!Ben seni seviyorum. Nedenini niçinini sorma. Uzun zamandır seni izliyorum.Bugün cesaret buldum konuşmaya. Lütfen

pencereyi aç ve beni içeri al. Birlikte yaşayalım.



Adam birden parlamış: Yok daha neler? Durduk yerde sen de nerden çıktın şimdi? Olmaz, alamam, demiş. Gerekçesi de pek sersemceymiş:



Sen bir kuşsun! Hiç kuş, insana aşık olur mu! ?



Kırlangıç mahçup olmuş. Başını önüne eğmiş. Ama pes etmemiş, bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş, gülümseyerek bir kez daha şansını denemiş: Adam, adam! Hadi aç artık şu pencereni. Al beni içeri! Ben sana dost olurum. Hiç canını sıkmam!



Adam kararlı, adam ısrarlı: Yok ,yok ben seni içeri alamam demiş. Biraz da kaba mıymış, neymiş lafı kısa kesmiş. İşim gücüm var, git başımdan.



Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine gelmiş: Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda. Aç şu pencereyi al beni içeri. Yoksa, sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım.Çünkü ben ancak sıcakta yaşarım. Pişman olmazsın, seni eğlendirirm..



Birlikte yemek yeriz, bak hem de sen de yalnızsın, yanlızlığını paylaşırım, demiş.

Adam bu yalnızlık meselesine içerlemiş. Pek bir sinirlenmiş: Ben yalnızlığımdan memnunum, demiş. Kuştan onu rahat bırakmasını istemiş..Düpedüz kovmuş.



Kırlangıç , son denemesinden de başarısızlıkla çıkınca, başını önüne eğmiş, çekip gitmiş. Yine aradan zaman geçmiş. Adam, önce düşünmüş, sonra kendi kendine itiraf etmiş: Hay benim akılsız başım; demiş.Ne kadar aptallık ettim! Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk fırsatını teptim. Niye onun teklifini kabul etmedim ki? Şimdi böyle kös kös oturacağıma , keyifli vakit geçirirdik birlikte.



Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş. Yine de kendi kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş: Sıcaklar başlayınca, kırlangıcım nasıl olsa yine gelir. Ben de onu içeri alır, mutlu bir hayat sürerim.



Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş. Gözü yollardaymış. Yaz gelmiş, başka kırlangıçlar gelmiş. Ama...... Onunki hiç görünmemiş. Yazın sonuna kadar penceresi açık beklemiş ama boşuna. Kırlangıç yokmuş! Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören olmamış. Sonunda danışmak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş. Olanları anlatmış. Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki:



'KIRLANGIÇLARIN ÖMRÜ 6 AYDIR....'



HAYATTA BAZI FIRSATLAR VARDIR, SADECE BİR KEZ ELİNİZE GEÇER VE DEĞERLENDİRMEZSENİZ UÇUP GİDER!



HAYATTA BAZI İNSANLAR VARDIR, SADECE BİR KEZ KARŞINIZA ÇIKAR; DEĞERİNİ BİLMEZSENİZ KAÇIP GİDERLER! VE ASLA GERİ DÖNMEZLER!



Dikkatli olun....!!!! Farkında olun.....!!!!!!!!!! Ve bir düşünün bakalım; Acaba siz bugüne kadar pencerenizden kaç kırlangıç kovaladınız?.....

28 Kasım 2010 Pazar

DAMARLARIMIZ NEDEN TIKANIYOR !

Bugün gelen bir maili sizlerle paylaşmak istedim.Lütfen okumadan geçmeyin!






DAMARLARIMIZ NEDEN TIKANIYOR!!!

Gazetelerden kesip buzdolabına astığınız bütün "kibrit kutusu kadar" reçetelerini çöpe atın! Prof.Dr. Kenan Demirkol, A'dan Z'ye akıllı beslenmenin matematiğini anlatıyor... Şeker, vücudumuzu, demir paslanır gibi paslandırıyor, eskitiyor; çocuklarımızın hücrelerini 12 yaşında yaşlandırıyor. Şekeri, gıda sanayiinden söküp atmak zor ama, işe evlerimizin kapısından başlayabiliriz!



Prof. Dr. Kenan Demirkol genel cerrah. Muayenehanesinin kapısında "prof." yazmıyor. "Ben üniversitede hocayım, burada hekim" diyor. Söz bir ara "kronometreli doktorlara" geldiğinde, yani 15 dakika muayene süresini aşınca ikinci vizite ücretini alanlara çok şaşırdı.



Çünkü kendisi saat takmıyor, "dalgınlıkla saatime bakar da hastayı tedirgin ederim" diye. Uzmanlık alanı, beslenmeyle yakından ilgili olan sindirim sistemi organları. Ancak Demirkol bir "akıllı beslenme" uzmanı. Bunu bir insanın tüm bedenine ilişkin olduğu kadar, siyasi ve toplumsal boyutlarıyla da ele alıyor.



Peki beslenme nedir?



İlk aklımıza gelen, şişmanlık-zayıflık. Özellikle kadınlarda modasına göre sıfır bedenle, 90-60-90 arasında değişen ölçülerde olmak ya da olmamak. Doğru mudur? "Kibrit kutusu kadar" reçetelerini bir yana bırakıp, Demirkol'a: "Neden düşmandır şu ünlü üç beyaz?" diye sorduk. O, şekerle başladı.



"ŞEKER TÜKETİMİYLE HASTALIK ARTIŞ EĞRİSİ PARALEL"



DEMİRKOL- Kısmen ya da tümüyle beslenme alışkanlıkları sonucu oluşan kronik, aslında önlenebilir hastalıklar, çok büyük bir toplum sağlığı sorunu haline gelmiştir. ABD'de 20 yaş üstü erişkinlerin yüzde 65'i ya şişman ya daha da ileri aşamada. 64 milyon insanın koroner kalp hastalığı, 11 milyon insanın şeker hastalığı, 37 milyonun kolesterol yüksekliği vardır. Ülkemizde kalp hastalığı sıklığı bu boyuta henüz gelmemiş gözükse bile, şeker hastası sayısının dört milyon olduğu göz önünde bulundurulursa, yakın zamanda vahim bir tablo ile karşı karşıya kalacağımız açıktır.



Ne zaman ki şeker pancarından şeker üretilmesi Avrupa'da ortaya çıktı, soğuk iklimlerde de şekere dönüşebilecek bir besin maddesi keşfedildi, toplumların şeker tüketimi arttı. Toplumların şeker tüketiminin artış eğrisiyle, hastalıkların artış eğrisi bire bir örtüşüyor. Çünkü; şeker sadece kalorisiyle, şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan kimyasal yapısıyla da çok tehlikeli. "Şeker yiyeyim oradan aldığım kaloriyi başka yerden kısarım" demek çok yanlış. İnsan vücudunun şeker almasına gereksinim yoktur.


"12 YAŞINDA YAŞLANDIRIYOR"

- Çocukların enerjiye ihtiyacı var diye belli miktarlarda yemeleri doğru değil mi?

- Asla doğru değil.

- Peki enerji ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız?

- Taş devri döneminde insanlar hayvan avlar ve bitki toplar.

Şeker sadece meyvede var. Meyve esas olarak bir kültür bitkisi. Doğal ortam sebze ağırlıklıdır. İnsan eli ne kadar fazla değmişse bir gıda maddesine, o oranda olumsuzlaşıyor. O dönemde, insanların kan şekeri 60 dolayındaymış. Bu devirlere geldikçe şekerle tanışıyor ve alışkanlıkları değişiyor. Dolayısıyla ortalama kan şekeri de değişiyor. Şimdi 100'lerdeyiz, 120'de şeker hastalığı. Biliyorsunuz şimdi şeker hastalığı iki türlü. Bir doğumsal genetik özelliklerle alakalı tip 1 diabet. Bir de edimsel tip 2 diabet. Pankreas organının artık yeterince insülin üretememesiyle ortaya çıkar. Yaşlanma süreci olarak kabul edilir. 60'lı yaşlarda görülmesi beklenir.. Ama şu anda 12 yaşındaki çocuklarda tip 2 diabet var. Sağlıklı beslenmede şekerin hiç yeri yok. Tamamen bir damak alışkanlığıdır.





"KANSER HÜCRESİ DE ŞEKERLE BESLENİYOR"




- Ama, beyin sadece glikozla beslenmiyor mu?

- Doğru. Ancak, bu glikozu her türlü karbonhidrat içeren bitkiden vücut elde ediyor. Kanser hücresi de şekerle besleniyor. Özellikle kemoterapi gören asla şeker yememeli.



Şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker 'sakaroz', iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür. Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır. Glikoz kan şekerimizin de adıdır. Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. Vücudumuz şekerin zararlı olduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar. Çok fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır.



İnsülin o şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür. Ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye.. Çok az enerjiyle çok işler yapabilir. Mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır. Bu fazla şeker, insülin aracılığı ile ya kas ve karaciğerdeki şeker depolarına götürülecek ki, vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır. Orası da sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü. İnsülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecek.



Dolayısıyla sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacak. İnsülin salgılandığı için bir de tokluk hormonu salgılanır. Hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de önüne geçmiş olur.



Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz; çok az oranda insülin salgılatır. Dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz. Fruktoz günde 15 gram kadar vücudumuzda metabolize edilebiliyor. Değişik kimyasal süreçlerin içine katılabiliyor. Bu da 30 gram şekerdir. Günde bundan fazla yenirse karaciğerde trigliserite dönüşür. Trigliserit kan yağıdır. Bu hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar. Bugün Amerika'da alkole bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.



"MEYVE YİYORSAN, ŞEKER YEME"



- Yiyeceklere ve içeceklere bunu tercüme edersek.

- Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin. Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş olduğumuz bir takım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz.




- Meyvelerin şeker oranları farklı değil mi?

- İncir ve muz en çok şeker içerenler. Ama onun dışındaki meyveler aşağı yukarı aynı.

- Okuyucularımız söyleşimizden sonra bir reçete çıkartabilirler mi? Bunu yemeyeceğim, şunu yemeliyim diyebilir mi? Bu sistemin içindeyken, nasıl başaracaklar bunu?

"HAYVANLARA YAPTIĞIMIZ..."

- Ben kendim yapmadığım şeyleri topluma anlatamam. Ben böyle ve de çok keyifli yaşıyorum. Sunulanlar içinde sağlıklı beslenmeyi bir şekilde yapmak mümkün.

- Aslında hayvanlar yapabildiklerine göre.

- Hayvanlar yapamıyor bu işi, Çünkü; hayvanları biz besliyoruz. Tıkıyoruz ahırlara "şunu yiyeceksin" diye hayvanlara hayvanlık yapıyoruz.

- Oysa tavuklar bütün gün eşelenir durur, ihtiyacı olanı seçer yerdi. Filler örneğin hastalandığı zaman belli ağacın yapraklarını gider yermiş ilaç niyetine.

- Evet bu tüm hayvan aleminde var. Kaliforniya Valisi bütün o rambo görüntüsüyle Amerika'da en aklı başında valilerden biri oldu. İki büyük atılımı oldu. Bir tanesi; okullarda meşrubat satışını yasakladı. İki; patates cipsinin üzerinde, "öldürücüdür" yazısı konuyor.



AMERİKA'NIN MISIRINI TÜKETECEĞİZ DİYE...



- Cips deyince öteki düşmana mı geçiyoruz?

- Yok, bir konu daha var. Son yıllarda yeni akım mısırdan şeker elde etmek. 1920'li yıllarda Amerikan başkanı "benim köylüm mısırdan kalkınacak" fetvasında bulundu. Gerçekten de çok büyük teşvikler verildi. Göz alabildiğince mısır ekildi. Dünya mısır ekiminin yüzde 40'ı Amerika'dadır. Bunu sadece hayvan yemi yaparak ya da başka yollarda tüketemeyince değerlendirme yolları arandı. Japonlar mısırdan şeker elde etmeyi keşfetti. Amerika hemen balıklama atladı bu yöntemin üzerine. Artık şeker endüstriyel. Sıvı olduğu için paketlenip satılamaz. Ama her türlü dondurma, meşrubat, şerbette kullanılıyor. Bakıyorsunuz şimdi baklavacı artık şerbetini kendisi yapıp dökmüyor. Kartal'dan fabrikadan hazır fruktoz şerbeti geliyor.

KOLESTEROL DÜŞMANLIĞI


- Ama bunun daha sağlıklı olduğu yazılıp çiziliyor.

- Maalesef. Şimdi bilgi çağındayız ya! Bence bilgiye ulaşmanın en zor olduğu çağdayız. Çünkü, ekonomik kazanç kaygısı her türlü bilginin üzerine binmiş durumda. O kadar büyük bir rant var ki, gerçeğe ulaşmanın en zor olduğu dönemi yaşıyoruz.



Biraz önce dediğimiz gibi 15 gramdan fazla fruktoz yağa dönüşüyor ve bizi hasta ediyor. Nasıl demir paslanınca eskir, bu paslanmanın bilimsel adı oksitlenmedir. Vücudumuzdaki hücreler de oksitlenir ve yaşlanır. Birtakım gıdalarla oksitleyici, bir de bunu engelleyici maddeler alırız. Örneğin, üzüm çekirdeği. Gerçekten bu sistem bizim organizmamızın yaşlanmasını belirleyen, hastalanmasını, kanser gelişimini belirleyen ana faktör. Bakın bir kolesterol furyası aldı gidiyor. Kolesterol anne sütünde, yeni bir hayatın doğması için ana nesne olan yumurtada bolca var. Demek ki insan hayatının gelişme döneminde inanılmaz gereksinim var. Bakıyorsunuz kolesterol düşmanlığı sarmış ortalığı.



"KOLESTEROL MASUM, BİZ SUÇLUYUZ"



- Kolesterolün ölçüsü de zaman zaman değişiyor. Bunun modası olur mu?

Bakıyorsunuz LDL 130'a kadar normalde. Üç sene sonra 100, şimdi de 60 olsun diyorlar. Yakında sıfıra indirecekler.. Aslında, kolesterol masum. Bizler suçluyuz. Fruktozu yani tatlı şekeri yiyerek oluşturduğumuz trigliseritler, kolesterolün oksitlenmesine sebep oluyor . Yağsız kuzu şiş yediğinizi varsayalım, yanında da meyve suyu içiyorsunuz. Sadece kuzu şişi yeseniz bir zararı yok, ama kırmızı etten aldığınız kolesterolü, meşrubattan aldığınız şeker trigliserite dönerek oksitlediğiniz için damar sertliği oluşuyor. Biz insanlara "kardeşim kolesterol zararlı değil. Ama oksitlenmesine izin verme" diyeceğimize, ilaç firmaları kolesterolü düşürecek ilaç keşfediyor. Biz masum olanı indiriyoruz. Eğer oksitleyici maddeleri düşüremiyorsak, oksitlenen maddeleri azaltalım. Ama esas insan mantığı ne diyor? Oksitleyen maddeleri azalt.



Yine oksitleyici bir madde, damar sertliği yapan doymuş yağ asidi. Bu madde yapay beslenen hayvanların sütünde var, depo yağlarında var. Ama bizim ineğimiz merada otlasa, doğru beslense doymuş yağ asidi sütte ve hayvansal yağda sıfır olacak. Dolayısıyla kolesterol oksitlenmemiş olacak.

ANTEP YUVALAMASININ FAYDALARI



- Peki bu mümkün mü? Merada otlayan inek, otlayacak da, süt yapacak da kaç kişiyi besleyecek? Fiyatı yükseltmez mi tüm bunlar?

- Çok güzel bir noktaya değindiniz. Yıllardır hep böyle aldatılıyoruz. "Dünya nüfusu aç. Dünyayı besleyebilmemiz için yapay gübreye, yapay yeme ihtiyacımız var." Hayvansal proteini, tek kaynak olarak görürseniz haklısınız. Ama insan ekmek yerken bile protein almış oluyor. Hububat, baklagillerde bile protein var. Şimdi doktorlar bunu okur okumaz itiraz ederler. Derler ki "Esansiyel amino asitler vardır".



Yani hayvansal gıdada var olan, vücudun üretemediği mutlaka dışardan alınması gereken bazı protein yapı taşları, amino asitler vardır. Örneğin; mercimekli bulgur pilavı yaptığınızda bulgurda eksik olanı mercimekten, mercimekte eksik olanı bulgurdan alıyorsunuz. Anakız diye bir yemek varmış, ben de yeni gördüm, bulgurdan yapılan küçük köftecikler nohutla birlikte pişiriliyor.


- Antep yöresinin yuvalaması gibi..

- Bir baklagil ve bir hububat. Birbirinin eksiklerini tamamlıyorlar.. Tam ete eşdeğer protein almış oluyorsunuz. Makro nutrientler yağ, protein ve karbonhidrattır. Mikro nutrientler ise vitaminler, mineraller, enzimlerdir. Bizim süte kalsiyum açısından ihtiyacımız var.



Eğer merada otlayan bir hayvanın sütüyse içinde bulunan omega-3'e ihtiyacımız var. Türkiye'de biliyorsunuz gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten. Ama yapay yem üreticileri "biz dünyayı nasıl doyuracağız" yalanıyla kandırarak hayvancılığı katlettiler. Hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü neyle besleniyor, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor. Hızla kan şekerini yükselten, hayvanın yağlanmasına yol açan ve hayvanın şeker hastası olmasına yol açan bir beslenme şekli.



İNEK NE YEMELİ

Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur . Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol açar. Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur.



Yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardır. Bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini sağlayan maddedir. Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama batıda ekolojik hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor.




Ne Türkiye yasalarında ekolojik hayvancılıkla barışığım, ne de AB'dekiyle. Ekolojik hayvancılık denince akla "ekolojik tarım sonucu elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi" geliyor. Affedersiniz ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı. İneğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var mı? Yok.



- Demek Amerika'dakilerin varmış.



Orada da yok. İster ekolojik tarımla, ister normal tarımla elde edilmiş olsun hayvana pancar verilmesi yanlış. Zaten hayvanın sütünün kötü olmasının sebebi hayvanın, karbonhidratı zengin, onu yağlandıran tarzda, mısırla beslenmiş olması.



O yüzden ekolojik hayvancılık dediğimizde yasalarımızın buna göre organize olması gerekiyor. Tanımlamamız gereken, türe özgü beslenme. Bir inek nasıl beslenir doğada? Öyle beslersek ineğin sağlıklı olmasını sağlarız. Dolayısıyla verdiği ürünün de insanlara sağlıklı olmasını sağlarız. Bütün doğada kendiliğinden yetişen yeşillikler omega-3 ağırlıklı yağ içerir. İnsanların eliyle ekilenler omega-6 içerir.



HAMSİYİ HANGİ YAĞDA KIZARTACAĞIZ



- Ne fark var arasında?

-. İnsan vücudunun her hücresinde hücre zarı vardır. Bu hücre zarı lipo protein katmanla sarılı. Yani bir yağ bir de protein. Bu hücre zarındaki yağ ana madde olarak omega-3'tür. Tek tük omega-6 da içerir. Biz yeşillikten uzaklaştıkça ve hayvanımızı da yeşillikten uzaklaştırdıkça elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insanın her gün 1 gram omega-3 alması gerekiyor. Omega-6 yağ asitleri ile omega-3 yağ asitleri vücudumuzda aynı enzimlerle metabolize edilir. Biz ayçiçeği yağı, soya yağı gibi yağlarla beslenip çok omega-6 aldığımız için artık omega-3'e enzim kalmıyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçeği yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.




Bütün yağlar, yağ asitlerinin karışımıdır. Onlar da 3'e ayrılır. Doymuş yağ asitleri, tekli doymamış yağ asitleri, çoklu doymamış yağ asitleri. Çoklu doymamış yağ asitleri ikiye bölünür, onlar da omega-3 ve omega-6'dır. Bundan 40-45 yıl öncesi omega-6 kolesterolü düşürüyor diye tüm topluma söyledik. Ayçiçeği ve mısırözü yağlarını tükettirdik. Fakat sonra anladık ki bu yağlar iyi kolesterolü de, kötü kolesterolü düşürdüğü oranda düşürüyor. Bizim kolesterol açısından sağlıklı olmamızdaki unsur iyi ve kötü arasındaki dengedir. İkisini birden düşürürse denge bozulmamış olduğundan herhangi bir iyilik elde etmiş olmuyoruz.



DEPRESYONUN ÇARESİ



- İkisi arasında denge mi, fark mı önemli?

- Oran önemli. Omega-6'yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz azıcık omega-3'ü de değerlendirmeden vücuttan hemen atıyoruz. Omega-3 olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz. Hücre duvarı da omega-3'ten oluşuyor. Vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onla hücreyi onarıyor. Omega-3 yerine, omega-6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor. Ama bu asit bütün stres komalarının hammaddesi. Gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz. Dışardan biri taş atsa havaya uçacak.

- Ama o zaman da ben size stres ilaçları satacağım.

- Tabii. Omega-3'ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. Zihinsel performans artıyor. Beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı omega-3 olmak zorunda. Ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.

ÇAY VE ZEKA


- Beslenmeyle doğrudan ilişkili öyle mi?

- Aynı şey mesela demir için de geçerli. Zamanında Türkiye'nin yarısı aptaldır lafı çok tepki yarattı. Bunu bu şekilde ifade etmek hoş olmadı, ama Türkiye'nin yarısında demir eksikliği, kansızlığı var. Demir eksikliği zihinsel eksiklik yaratır. Sonuçta demir üstünden düşünürsek Aziz Nesin haklıydı.


Türkiye'de çay tüketiminin de buna katkısı var. Demirin emilimini olumsuz yönde etkiliyor. Ama diğer taraftan çay iyi bir anti oksidan.

- Yemekten hemen sonra çay içme adetimiz var. Doğru mu?

- Şekerle içmediğiniz takdirde hiçbir zararı yok. Yemekten hemen sonra çay içilebilir.

- Demirin emilimini engellediği için iki saat sonra içmek gerektiği söyleniyor.


"ÇAYI ŞEKERSİZ İÇİN!"


- Üç saat. Ben tekrar omega-3'e dönmek istiyorum. Çünkü hayati bir olay. Omega-3'ün eksikliği insanları şeker hastalığına itiyor. Damarların sertleşmesine yol açıyor. Pıhtılaşabilirlik oranın artmasına, dolayısıyla kalp damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp "inme" veya "enfarktüs" olmasına yol açıyor.



Bir yandan omega-3 kaynaklarımız çok azaldı Toplum olarak zaten balığı çok az tüketiyoruz. Omega-6'yı çok tükettiğimiz için omega-3'ün yolunu kesiyoruz. Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği ve soya yağı kansere sebep olabiliyor. Akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığının oluşumunu kolaylaştırıyor.



- Ayçiçeği de bir bitki. Neden zararlı? Kimyasal yapısından dolayı mı, üretim hatasından mı?



- Kimyasal yapısından. Kültür bitkisidir. Omega-6 yağ asidi içerdiği için. Mesela zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor. Biz bunlara trans yağ asitleri diyoruz. Bu yağ asitleri de yine kolesterolu oksitleyerek damar sertliği yapıyor. Diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozuyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep oluyor.



"ANNEMİN YEMEKLERİ BAŞKAYDI"

- Acaba "tadı güzel" dediklerimiz bize dışardan dayatılan bir kavram mı? Güzel nedir?

- Eşinizle ilk evlendiğinizde yemek yaptığınız zaman size itiraz etmedi mi, "benim annem böyle yapıyor" diye?
- Ben güzel yemek yaparım..


- Ona rağmen itiraz etti. İnsan çocukluğundan alıştığı damak tadını arıyor. Belki dünyanın en kötü aşçısı annesi, ama insan neye alıştıysa onu arıyor.


- Eski çağlardan bu yana insana dair güzel-çirkin kavramı bile ne kadar çok değişmiş. Biz ona böyle bir değer yüklediğimiz için güzel oluyor. Toplumda da dayatılan değerler var . Kola ya da hamburger için "bak bu güzeldir" deniyor çocuklara.

- Ben o yüzden üniversitelerde konferans vermeyi tercih ediyorum. Çünkü; onlar yakın zamanda anne baba adaylarıdır.



SPOTLAR(ÖNEMLİ BİLGİLER)



"Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin. Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş olduğumuz birtakım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz."



"Türkiye'de gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten."



"Yapay yem üreticileri 'biz dünyayı nasıl doyuracağız' yalanıyla, hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor.

Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı donmuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün asitlenmesine yol açar.





Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur.



Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama aradaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor.



Elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insan her gün 1gram omega-3 alması gerekiyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçek yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.



Zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor.

27 Kasım 2010 Cumartesi

GÜNÜN SÖZÜ


* Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız. Gandhi

ÖDÜLÜM


Bu güzel ödülü Zeliha-umut sepeti bana layık görmüş. Ben de gönderdiği ödülümü aldım ,çok teşekkür ederim .

25 Kasım 2010 Perşembe

Muere Lentemente


Muere lentamente Yavaş yavaş ölürler


Quien no viaja, Seyahat etmeyenler,

Quien no lee, Okumayanlar,

Quien no oye música, Müzik dinlemeyenler,

Quien no encuentra gracia en sí mismo. Vicdanlarında hoş görmeyi barındıramayanlar.


Muere lentamente Yavaş yavaş ölürler


Quien destruye su amor própio, Kendilerine olan sevgilerini yıkanlar,

Quien no se deja ayudar. Hiçbir zaman yardım istemeyenler.


Muere lentamente Yavaş yavaş ölürler

Quien se transforma en esclavo del hábito Alışkanlıklarına esir olanlar,

Repitiendo todos los días los mismos trayectos, Her gün aynı yolları yürüyenler,

Quien no cambia de marca, Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,

No se atreve a cambiar el color de su vestimenta, Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,

O bien no conversa con quien no conoce. Veya bir yabancı ile konuşmayanlar.

Muere lentamente Yavaş yavaş ölürler


Quien evita una pasión y su remolino de emociones, İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan kaçınanlar,

Justamente éstas que regresan el brillo a los ojos Tamir edilen kırık kalplerin...

Y restauran los corazones destrozados. Gözlerindeki pırıltıyı görmekten kaçınanlar.


Muere lentamente Yavaş yavaş ölürler


Quien no gira el volante cuando está infeliz con Aşkta veya işte bedbaht olup

Su trabajo, o su amor, İstikamet değiştirmeyenler,

Quien no arriesga lo cierto ni lo incierto para ir Rüyalarını gerçekleştirmek için

Atrás de un sueño Risk almayanlar,

Quien no se permite, ni siquiera una vez en su vida, Hayatlarında bir kez dahi...

Huir de los consejos sensatos. Mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar.


Muere lentamente Yavaş yavaş ölürler













Vive hoy! Şimdi yaşa!

Arriesga hoy! Bugün riske gir!

Hazlo hoy! Hemen harekete geç!

No te dejes morir lentamente! Kendini yavaş ölüme teslim etme!

No te impidas ser feliz! Mutluluktan kaçınma!


PABLO NERUDA